MUSTAFA ALTINIŞIK

Home Otobiyografim Soyagacim Fotograf albümüm Egitimim Yayin listem Favorilerim Sunularim Kaynaklarim Seçtiklerim Ilgi alanlarim Paylastiklarim Mizah Siir Defterim Baglantilar Iletisim Geri Bildirimler

 

Home
Otobiyografim
Soyagacim
Fotograf albümüm
Egitimim
Yayin listem
Favorilerim
Sunularim
Kaynaklarim
Seçtiklerim
Ilgi alanlarim
Paylastiklarim
Mizah
Siir Defterim
Baglantilar
Iletisim
Geri Bildirimler

  

 

Ayla Yazgan diyor:

Eğer diğer insanlardan iki adım önde gidiyorsanız, onlar bunu kendilerine bir tehdit olarak algılarlar; sizi kendi hizalarına çekmek için ellerinden geleni yaparlar. 

 

Mümtaz Soysal diyor:

Türkiye, başkalarının hesaplarına uymak yerine kendi Cumhuriyetinin ilkelerine her zamankinden daha sıkı tutunmak ve sorunlara çare ararken aklın ve bilimin yolundan asla şaşmamak zorundadır. 

 

Hanefi Avcı diyor:

Özellikle ordu başta olmak üzere her kurumun bünyesindeki gizli oluşum (cuntalar, ihtilal hazırlığı toplantıları, anti demokratik tertipler) içinde cemaatin casusları vardır. Bu açıdan herkes bu tür yöntemlerden vazgeçmeli, bu işlerden uzak durmalıdır. Bu casuslar buralarda edindikleri her bilgiyi ve dokümanı taşıyorlar. Bu belgelerin kullanılmasını hukuki hale getirmek için cemaat elemanları tarafından bir yerlere konulup aramalarda bulunduğu süsü verildiğine dair çok ciddi emareler vardır. Kimi zaman da casuslar bilgiyi getirmelerine rağmen ellerinde bunu kanıtlayacak bir belge olmuyor. Bu durumda da amaca yönelik belge üretiliyor.

Karşı karşıya olduğumuz durum, hukuken yanlış yapılan birkaç işlemden ibaret değildir ya da birkaç polisin hatası veya birkaç hâkim ve savcının hukuku yanlış uygulaması veya taraflı davranışı değildir. Olay bir örgütün, cemaatin devlet içerisindeki elemanları vasıtasıyla yürüttüğü örgütsel bir faaliyettir, karşımızdaki kişiler polis, hakim ve savcı değil, örgütün/cemaatin elemanlarıdır. Devletin hukukunu değil, cemaatin talimatlarını yerine getirmektedirler. İçinde bulunulan durum bu şekilde bilinip algılanmaz ise hatalı değerlendirme yapılmış olur.

 

İlker Başbuğ diyor:

Tek endişem, güzel ülkemin ve güzel insanlarının çeşitli nedenlerle bir bölünmeye doğru sürüklenmekte olmasıdır.

 

Oscar Wilde diyor:

Bir dostun üzüntüsüne her kim olsa iştirak eder. Ama bir dostun başarılarına iyi niyetle sevinmek çok yüksek bir ruh hasleti gerektirir.

Charles Bukowski diyor:

Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin.

Arkandan konuşana da darılma, onu insan yerine koyan yine sensin...

 

Gökçe Fırat Çulhaoğlu diyor:

Gericiliğin kökeni din değildir; ilericiliğin kökeni ise laiklik değildir. Türkiye'de ve ezilen tüm ülkelerde, asıl gericilik Batıcılıktır; ilericilik ise Batı karşıtlığı ve antiemperyalizmdir.

Her ne olursa olsun Ordu'nun varlığı ülkenin ve ulusun varlığı anlamına gelir. O nedenle Ordu'yu savunmak bir vatan ve namus borcudur. Sırf bu açıdan bile olsa, bugün her vatandaşın ordusunu desteklemesi gerekir.

Türkiye'de yaşayan halka Türk halkı denir, Türkiye halkı değil. Aynı şekilde Almanya'da yaşayanlara Alman halkı denir, Almanya halkı değil.

İlker Başbuğ diyor:

1924 Anayasasının 88. maddesi şöyle idi: "Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir." Aynı konu 1982 Anayasasının 66. maddesinde ise şu şekilde yer aldı: "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." 

Konu bu kadar açıkken , Türkiye'de 1924 Anayasası'ndan beri, vatandaşlığa dayalı ulusalcılık temel alınırken, hâlâ bu yaklaşımı ırk, etnisite temeline dayanan bir yaklaşım olarak görmek ve takdim etmek büyük bir haksızlıktır...

Gökçe Fırat Çulhaoğlu diyor:

Hitler’in, 1933’te başlayan iktidarının sonunu hemen herkes bilir. Fakat bu iktidarın kurulmasında Ordu’nun tasfiyesinin ne kadar önemli bir aşama olduğu pek bilinmez. Oysa Hitler işe Ordu’yu tasfiye ederek ve kendi ordusunu inşa ederek başlamıştır.

Tarih izleyiciler için hep tekerrür eder, müdahiller içinse tarih değiştirilebilir, yapılabilir bir süreçtir.

Tarih, ordusuz devlet, ordusuz toplum ve ordusuz millet görmemiştir. Bu tabiatın yasasıdır. Türk milletine Ergenekon tertibi kuranlar, kazanamayacaklarını, Ergenekon’dan çıkılacağını görecekler…

 

Ali Eralp diyor:

Çağdaş, demokratik, uygar ülkelerde devletin görevi, insanların inançlarını özgürce kullanmalarına yardımcı olmaktır. Bunun adına laiklik denilir.

Laiklik asla dinsizlik değildir. Laiklik, kişilerin düşünce ve inanç özgürlüğünü koruyan bir düzendir. Atatürk’ün deyişi ile laiklik adam olmaktır.

 

Konfüçyüs diyor:

Her şey bir güzelliğe sahiptir, fakat bunu herkes görmez.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez diyor:

Dindarlık; yaratıcıya, kendimize, bütün insanlara ve bütün evrene karşı dürüst, adil, ahlaklı ve samimi olmaktır. Dindarlık, başkasını aşağı, hor, hakir görmek değildir. Dindarlık, dini darlık, bağnazlık, ötekini tanımamak hiç değildir. Dindarlığın en temel ilkesi içtenlik ve samimiyettir. Sanal, görsel ve gösterişçi dindarlık gerçek dindarlık değildir. Dindarlık, yaratıcıya saygılı, yaratıklara şefkatli ve merhametli olmaktır. Dindarlık; tevazudur, muhabbettir; husumet ve kibir değildir.

Albert Einstein diyor:

Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere sekizden fazla kategoriye ayrılırlar. Hâlbuki olay bu kadar karışık değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar…

Hanefi Avcı diyor:

Bu ülkede gerçeği görmenin, tarafsız ve objektif düşünmenin en zor taraflarından biri yıllardan beri devletin tüm toplumu yönlendirmiş olmasıdır.Toplumun gerçeği görmesi, olaylara objektif yaklaşması çok zordur.

Ali Bardakoğlu diyor:

Türkiye ve 21. yüzyıl dindarlığının en önemli sorunu, belli bir şekil, görsel yani ibadetlerde ve ritüellerde yoğunlaşıp dünyevileşmesi. Biraz da sekülerleşmesi. Çok geniş boyutuyla insan hakları, yetim hakkı yememe, temizlik, üretme, gıybet etmeme diye düşünürsek, Türkiye'nin dindarlaştığını söylemeyiz.

Mustafa Balbay diyor:

Yardım edebilmeniz için sizin de yardım edebilecek durumda olmanız gerekir. Aksi halde ne kendinize hayrınız olur ne de yakınlarınıza...

Aziz Nesin diyor:

"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi siz olursunuz. 

Herbert Melzig diyor:

Mondros-Mudanya! Sevr-Lozan! Bunlar günümüz Türk tarihinde, üzerinde çok dikkatle durulması gereken ve bu önemi hak eden dört kelimedir. Mondros Ateşkes Antlaşması ve Sevr Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu yıkılmayı kabullenmiştir. Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Antlaşması'yla ise yeni Türk Devleti varlığını diğer ülkelere kabul ettirmiştir.

John Stuart Mill diyor:

Toplumun çoğunluğu düşüncelerini, kilisenin, devletin önemli kişilerinden, kitaplardan almaz. Onların düşünceleri, kendileri gibi olanların konuşmaları, onlar adına yapılan konuşmalarla oluşur.

Oğuzhan Asiltürk diyor:

ABD, yakında İran'ı işgal edecek. Ancak TSK'de vatansever subaylar buna karşı çıkıyordu. Bu subaylar, Ergenekon operasyonlarıyla tutuklatıldı. Ergenekon, TSK içinde Amerikan karşıtlarının tasfiyesidir.

Yekta Güngör Özden diyor:

Kaynağı insanlık, hukuksallık ve laiklik; dayanağı adalet ve eşitlik; amacı özgürlük, uygarlık ve çağdaşlık olan şimdiki en iyi siyasal yaşam biçimi demokrasidir.

Hiç unutmayalım, yargısı bağımsız olmayan devlet, ne hukuk devletidir ne de demokrattır.

İlker Başbuğ diyor:

"Türk milleti" tanımındaki "Türk" kelimesi, Türkiye topraklarında yaşayan değişik ırk ve din açısından, unsurların hepsine verilen ortak isimdir.

Türkiye'de "etnik sorun", diğer değişle "Kürt sorunu" yoktur. Ancak, böyle bir sorunun olmasını isteyenlerin var olduğu da unutulmamalıdır.

Mustafa Kemal Atatürk diyor:

Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.

İlker Başbuğ diyor:

20. yüzyılın başında Türkiye'de tarihin iki mucizesi gerçekleşti: Birincisi, zamanın İngiltere Başbakanı Llyod George'un dediği gibi Mustafa Kemal'in doğuşuydu," İnsanlık tarihi birkaç asırda ancak bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğe bakınız ki, beklenilen o dahi bugün Türkiye'de doğmuştur, elden ne gelebilir." İkincisi ise, Mustafa Kemal Atatürk'ün, bugün bile tüm dış desteklere, çabalara rağmen, bazı ülkelerde gerçekleştirilme olasılığı oldukça zayıf olan laik, demokratk ve uygar bir ulusun yaratılmasını emsalsiz bir dehayla gerçekleştirmiş olmasıdır.

Uğur Mumcu diyor:

Hukuku, egemen güçlerin bir baskı aracı yapmak isteyen iktidarlar, her ülkede hukukçuların vicdanlarına ipotek koymak istemişlerdir. Böyle dönemlerde, hukukun yerini, yasadışı yargılar ve korkular almıştır.

Adalet duygusu diye bir inanç vardır. Bu inanç bir kez sarsıldı mı istediğiniz kadar çabalayın, inandırıcı olamazsınız. Hele adalet duygusu devlet eliyle yok edilirse, yıkıntı büsbütün büyük olur.

Hukuk devleti yargı bağımsızlığına dayanır. Bağımsızlık konusunda biçim ve öz iç içedir. Özle biçim, biçimle öz birbirinden ayrılmaz. Bu bağımsızlığın biçimine de özüne de saygılı davranmak zorundayız. Bu saygıyı gösterecek olanların başında yine başbakan gelmektedir.

Bir ülkede devletin güvenliği ile hukukun güvenliği eşanlamlıdır. Devlet güvenliği adına hukuk güvenliğinin ortadan kaldırılması, demokrasi ve hukuk devleti için ilerde onarılmaz yaralar açar. Bu gibi dönemlerde, daha soğukkanlı olunmasında sayısız yarar bulunmaktadır. Dikkatler, gazetelere ve gazetecilere değil, saldırgana ve saldırganın örgütüne çevrilmelidir.

Suç ve ceza, ancak hukuk devletinin terazilerinde tartılır. Yargısız infaz olmaz. Olursa, bundan en çok devletin kendisi zarar görür ve bundan en çok devletin güvenlik güçleri yara alır. Yaratılan kargaşada terör ile ilgili olmayan yurttaşlar ‘teröristtir’ diye öldürülürler. Bu da yeni gerilimlere yol açar. Hukuk devletini ilkel kabilelerden ayıran en temel ölçülerden biri ve belki de başlıcası, devletin hukuk kuralları içinde kalmasıdır.

Bir memlekette hukukçular susarsa ve susturulursa, o ülkede hiç kimse demokrasiden ve hukuk devletinden söz edemez.

 

Casimir Delavigne diyor:

İftiranın inandırıcılığı ne kadar zorlamaysa, aptalların belleği de o kadar kolaycıdır.

 

CUMOK diyor:

ASKERE DÜŞMANLIK, DÜŞMANA ASKERLİK YAPMAKTIR!

Oktay Vural diyor:

Bugün, bir genelkurmay başkanı, terör örgütü yönetmekten tutuklanıyor ve TSK suç örgütü gibi gösteriliyor. İçeride ve dışarıda terörle mücadele yapılırken, Irak bölünürken, İran'a müdahale konuşulurken, milletin güvenini azaltacak tartışmalara yol açacak hareketlerin nereye varacağını hesap etmek lazım.

 

Bekir Coşkun diyor:

İlkellik ve çağdaşlık iki zıt yöndür...

 

Hanefi Avcı diyor:

Çoğunlukla biz, yani çoğu görevli vatan, millet ve halka hiz­met duygularını yücelterek görev yaptığımızı düşünürüz. Birçok insan da buna inanır; ama yaşadığımız şeyler göstermektedir ki aslında bizler basit ve küçük hesaplar, şahsi ve grupsal küçük çıkarlarımız uğruna halkı ve görevi çoğu zaman unutuyoruz. Bu eğilim istisna da değil; genel duruşumuz içinde çok önemli bir yer işgal ediyor.

Banu Avar diyor:

TUSİAD öncülüğünde hazırlanan taslaklardan anladığımız kadarıyla, yeni anayasa Mustafa Kemal'in tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni küresel efendilerin emrine verecektir... Ve ulus devlet tarihten silinecektir. TUSİAD'ın "Anayasa Raporu"nda bu, şu sözlerle yer almıştır:

-Anayasada Türklük kavramı olmayacaktır.

-Milliyetçiliğe yer verilmeyecektir.

-Uluslararası sözleşmelere bağlı kalınacaktır.

-Egemenlik uluslarüstü kuruluşlarla paylaşılacaktır.

-Uluslararası hukuka uyulacaktır.

-Yerel yönetim özerklik şartı tümüyle uygulamaya konacaktır.

-Halkların kendi kaderini tayin hakkı için hukuki dayanak yaratılacaktır.

Jean Jacques Rousseau diyor:

Bir ülkeyi aydınlatmak, yönetmekten zordur

Herbert Melzig diyor:

Mustafa Kemal Atatürk'ün peşinden gittiği güç, sevginin gücüydü! Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk'ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar.

Banu Avar diyor:

Demokrasi, insan hakları ve özgürlük, Batı'nın dilinde askeri ve ekonomik işgaldir...!

Ülkemizde ve bölgemizde belki de en çok dikkat etmemiz gereken şey, yalan haber bombardımanı... Birileri gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor... İyiler ve kötüler yaratıyor... İyi şeyler ve kötü şeyleri paketleyip pazarlıyor... Dünyayı ele geçirmeye soyunmuş bir avuç banker dünyayı kana boyarken, kitlelere algı operasyonu yapıyor... Yedi milyar insan, güdülen koyuna dönüyor...Medya baronları süreci yönetiyor, bir düşman yaratıyor! En üst düzey uzmanlar tarafından pişirilen ve servis edilen yalan haberlerin üzerindeki sis bulutunu açmak hepimizin görevi olmalı...

A. M. Celâl ŞENGÖR diyor:

Hayatta korkulmaması gereken tek şey, ulaşılması çok, ama çok zor olsa bile, gerçektir. Zira gerçek, tanımı gereği zaten vardır ve sizi isteseniz de istemeseniz de etkileyecektir. Ondan kaçmak ancak aptala vergidir.

Sanmayınız ki hür düşünce düşmanlığı karşısında uysallık, size kazanç getirir.

Aaron Russo diyor:

Unutma! Bir şeyi çok tekrarlarsan herkes inanır!

Albert Einstein diyor:

Dünya, kötü kişiler ve kararlardan dolayı değil, olanları durup seyreden ve olanlara ses çıkarmayanlar yüzünden kaoslar yaşıyor…

3.dünya savaşı, doğal kaynak eksikliğinden çıkacaktır. O savaşta hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum, ama 4.dünya savaşında taş ve sopalar olacağını biliyorum.

Her savaş insanlığın ilerlemesini engelleyen kötülük zincirine bir halka ekler. Ben atomu insanlığın yararı için keşfettim. Böyle olacağını bilseydim ayakkabı tamircisi olurdum.

Başarının formülü a=x+y+z’dir.(a=başarı, x=çalışmak, y=çalıştığı konuyu oyun gibi görmek/sevmek, z=konuşmak yerine üretmek.)

Dünyada tek bir çocuk mutsuz olduğu sürece büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur.

Bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başarsaydık bütün bu dünyanın sırrını öğrenmiş olurduk.

Ülke insanlarının geleceği eğitime bağlıdır. Eğitimse, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.

Aptal, aynı şeyi defalarca yapıp, farklı sonuç alacağını uman kişidir. Aptallarla dolu bir dünya çekilmez; çünkü dehanın bir sınırı vardır, aptallığın asla.

Yüksek ruhlar her zaman sıradan akılların muhalefetiyle karşılaşır. Eğer bilim adamı olarak gerçeği açıklamak istiyorsan, zarafeti terziye bırakmalısın. Diğer yandan şunu da söylemeliyim ki bu dünyada beni bir kaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı.

Yeryüzünde şartların düzelmesi, sadece bilimsel buluşlara değil, çok ahlaklı bir yaşama düzeninin gerçekleşmesine bağlıdır.

Alev Coşkun diyor:

Atatürk’e diktatör diyenler ya cahildir, yakın tarihi sadece bir-iki yanlı kitaptan okumuşlardır, ya kötü niyetlidirler ya da “iflah olmaz” Atatürk düşmanıdırlar.

Aykut Oğut diyor:

Sormadan yapılan her yardım eleştiridir. Ve hiç kimse eleştirilmekten hoşlanmaz…

Sinir ve öfke, korkunun şekil değiştirmiş halidir...

Osman Pamukoğlu diyor:

Dünyada bir tek güzel çocuk vardır ve bütün anneler o çocuğa sahiptirler.

Bertrand Russel diyor:

Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.

Erdal Atabek diyor:

Güncel görev korkuları aşmaktır. Geleceğimiz hepimizden bu başarıyı bekliyor. Gelecek hepimizin geleceğidir...

Korkuya karşı üç önemli aşama gerçekleştirilmelidir:

Bilinçlenme

Örgütlenme

Harekete geçme

Bilinçli korku koruyucu bir duygudur. Bilinçli olanlar gerçeklerden korkmazlar.

Toplumsal ölçekte güçlerin birleşmesi ancak örgütlenme ile olur. Örgütlenemeyen hiçbir toplumsal güç başarılı olamaz.

Örgütlerin de hareket edebilmesi gerekir. Gerçekçi hedefleri belirleyen örgütlerin kararlılıkla harekete geçmeleri korkuların yenilmesinin anahtarıdır.

Konfüçyüs diyor:

Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir.

İnsanlar sahip olduklarını küçümser, sahip olamadıklarını önemser.

Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız.

Karanlığa söveceğine, kalk bir mum yak.

Bilgi özgüveni, özgüven ise gücü yaratır.

Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak korkudan kurtarır.

Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmaz ise; insan da acı çekmeden olgunlaşmaz.

Fedakârlıklar, senden başkası bilmiyorsa değer taşır.

Bir şeyi bildiğin zaman, onu bildiğini göstermeye çalış. Bir şeyi bilmiyorsan, onu bilmediğini kabul et. İşte bu bilgidir.

Kendisini eleştirebilen insanlar doğruyu ve güzeli bulma konusunda daha şanslıdırlar.

Yunus Emre diyor:

Paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil.

Rutkay Aziz diyor:

Goethe'nin dediği gibi, dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir.  Bu da benim ülkemin bir gerçeğidir...

Suriye'deki gelişmeleri yakından izleyen uzmanlar diyor:

Suriyeli Kürt lideri Meşal Tammo'nun bir sukasta kurban gitmesi, Suriye'deki olayları etnik çatışma zeminine çekme çabasıdır. Tammo'nun öldürülmesiyle Suriye'de Irak Benzeri bir Kürt isyanının fitilinin ateşlenmesi beklenmektedir.

"Dilerim; Kürtler provakasyona gelmez, ABD'nin Türkiye ayağındaki hedefi 'geleceğin en büyük stratejik maddesi olan suyun başına oturmak ve zengin Mezopotamya toprakları ile GAP'ı da ele geçirmek' olan BOP projesi gerçekleşmez."

Bekir Coşkun diyor:

ABD, arkasında kürt devleti oluşturduğu Irak sınırında çizgiyi aşmaya öyle izin mizin vermiyor... Ama daha kaç ay önce davul zurna vizeyi kaldırıp ortak bakanlar kurulu oluşturduğumuz Suriye'deki yönetimi yıkmak istiyor...

Erdal Atabek diyor:

Cesaret, kaybetmeyi göze aldığın şey kadardır. Kaybetmeyi göze almazsan, kazandığın her şeyi korkun yaparsın... Ölümü göze almayanın özgür yaşamaya hakkı yoktur. 

Deniz Kavukçuoğlu diyor:

İnsanların "insanca " duygularını bir yaranma amacına dönüştürmek, siyasallaştırmak yanlış olmanın ötesinde ayıptır, görsel ya da yazılı olsun "ciddiyim" diyen hiçbir medya organına yakışmaz. Ne var ki toplumsal, kültürel değerlerin altüst edildiği, etik kuralların parçalandığı günümüzün vidaları çıkmış çarpık düzeninde bir annenin ölümü bile magazinleştirilebilmekte, "reyting" malzemesi olarak kullanılabilmektedir. 

Ersin Özince diyor:

Atatürkçülük bilim ve akla sahip çıkmaktır. Bunun geri vitesi olmaz. 

Sokrates diyor:

Haksızlığa uğramak haksızlık yapmaktan iyidir. 

Mahatma Gandi diyor:

İlkesiz siyaset, Emeksiz zenginlik, Vicdansız haz, Niteliksiz bilgi, Ahlaksız ticaret, İnsaniyetsiz bilim, Özverisiz ibadet, yedi sosyal günahtır.

William Blake diyor:

Şimdi ispatlanan herşey, bir zaman sadece hayal edilmişti.

A. M. Celâl ŞENGÖR diyor:

Irza geçme, namus cinayetleri, çocuklarla cinsel ilişkiye girme gibi sapıklıklar adam gibi cinsel eğitim almamış ve bu nedenle tabiatın kendisine verdiği çifleşme dürtüsünü kontrolden aciz erkeklerin yarattığı vahşet örnekleridir. Bunların en uç örnekleri, sevişmeyi ayıp ve günah sayan dinlerin pençesindeki toplumlarda görülür...Her gün televizyonda gördüğümüz vurdulu kırdılı, şiddeti öven filmler, porno filmlerinden çok ama çok daha zararlıdırlar ve bu filmlerin, içinde yaşadığımız terör yüzyılının şekillenmesinde büyük rolü vardır.

Mustafa Balbay diyor:

Televizyonda "bi daha, bi daha" nakaratlarını dinlerken, insan halkımızın bunu şöyle değerlendireceğini düşünüyor:

Bir daha mı?

Tövbe de...

Prof. Dr. Coşkun Özdemir diyor:

Bir memlekette dünyaca ünlü bir heykeltıraşın çok anlamlı bir heykeli o ülkenin Başbakanı tarafından ucube ilan edilip yıkılıyorsa, o ülkede üniversite giriş sınavlarına şifreler, şaibeler karışıp 1 milyon 750 bin öğrenci mağdur ediliyor ve yine aynı Başbakan haklarını arayan gençlere, “Biz de 5 bin 10 bin kişi ile onlara karşı çıkarırız” diyor, arkeolojik eserleri çanak çömlek diye küçümsüyor, yurdumuzda hapisteki gazeteci sayısı dünya rekorları kırarken, kitaplar taslak halinde suçlu bulunup toplatılırken “Şu anda gazetecilik faaliyeti yüzünden tutuklanmış gazeteci yoktur” diyebiliyor ve bütün bunlar alkışlanıyor, ortalama 4-5 yıl eğitim görmüş insanlarımızın, Kıbrıs’ın, Kuzey Irak’ın yerini, Türkiye’nin üstünde bulunduğu kıtayı, ilk cumhurbaşkanını, 29 Ekim’i, 23 Nisan’ı bilemediği, günde üç beş cinayetin işlendiği, ülkenin dört bir yanında vahşetin kol gezdiği, ilahiyat profesörlerinin örtünmeyen kadınları fahişe ilan ettiği, hukukun altüst edildiği, yargının kuşatıldığı, çok sayıda yurtseverin hapiste olduğu bu ülkede, demokrasiden söz edilemez,  o ancak bir illüzyon olabilir.

Bir Afrika Atasözü diyor:

'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.

Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.

Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur.'    

Bekir Coşkun diyor:

Liseliler eylem yapınca "Biz de karşılarına beş bin, on bin genci koyarız" diyen bir Başbakan, yönetim şuurunu yitirmiştir.

Bertrand Russel diyor:

Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.

A.M. Celal Şengör diyor:

Enstein'dan yüce bir güç henüz gelmedi, ama hiç kuşkusuz gelecek: Geleceğini Einstein da söyleyip dururdu. Ama o da bir doğabilimci ve/veya sanatçı olacak. O nedenle, içinde şimdilik yaşadığımız karanlığı yaratan önemsiz insanları düşünerek kahrolmayın. Her sabah yükselen Güneş'e bakarken deyin ki: "Ben de bir insanım. Einstein de öyleydi. Ne mutlu bize! Aramızdan onun gibi daha pek çoklarını çıkarmaya gayret edelim." 

Nusret Kemal Otyam diyor:

Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türk ve Kürt halkları olarak tek bir düşmanı vardır. O düşmanın adı, dün olduğu gibi bugün de aynıdır: Emperyalizm!

Prof. Dr. Betül Tanbay diyor:

Eğer matematik bilen gençler yetiştiremezseniz ve matematiği öğretemezseniz, analitik düşünme, sorgulama, eleştiri yapma kaabiliyetine sahip gençleri de yetiştiremezsiniz.

H.V. Velidedeoğlu diyor:

"Kurtuluş Savaşı" sırasında, Yunan ordusu Polatlı'ya dek ilerleyip Ankara kapılarına dayandığında, Atatürk bir an "Umutsuzluğa" kapılsaydı, bugün bağımsız Türkiye olmazdı.

Montaigne diyor:

Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor. Sadece sen, yanlış insanlar üzerine hayal kuruyorsun.

Hint Atasözü:

Önemli olan başkasından üstün olmamız değildir. Asıl önemli olan şey, dünkü halimizden üstün olmamızdır.

Orhan Bursalı diyor:

Bilimde doğrular kesin değildir, sadece "yanlışlığı gösterilinceye kadar" doğrudur. Bilimsel doğrular, koşullara, deney düzeneğine bağlıdır... koşullar değişirse "gerçek" de değişir.

Mustafa Balbay diyor:

Türküleri yakanlar yasaları yapanlardan kuvvetlidir.

Türküleri yakılanlar yasaları uygulayanlardan kuvvetlidir.

Emre Kongar diyor:

Biliyor musunuz, soldan ve sağdan militan taraftar toplamak için vatansever gençleri devşirenler hangi sloganı kullanırlardı:

"Bitaraf olan bertaraf olur" derler ve onları belki de hayatlarını yitirecekleri ve buna karşın Türkiye'yi de karanlıklardan başka hiçbir yere götürmeyecek olan şiddet eylemlerine katılmaya davet ederlerdi.

Şimdi aynı sloganı Türkiye Cumhuriyeti'nin seçilmiş Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, sermaye sahiplerini temsil eden TUSİAD gibi, "Evet deyin" diye AKP'den yana tavır ilan etmeyen, sessiz kalan sivil toplum kuruluşlarına gözdağı vermek için kullanmış:

"Bitaraf olan bertaraf olur" demiş.

Bu sloganı kullanan Başbakan'ın tutumu beni sadece demokrasi adına, toplumbilim öğrencisi olarak değil, aynı zamanda bir birey, bir vatandaş, bir aile babası olarak da gerçekten çok ama çok korkuttu.

Aziz Nesin diyor:

Ulusal Kurtuluş Savaşımızı öğrenmek için tarih kitaplarmız yetmez, Nazım'ın Destan'ı okunmadıkça, o savaşı anlamamızda hep bir eksiklik kalır.

Mümtaz Soysal diyor:

Halkoylamasının "evet"le bitmesi demek, AKP'nin 2011genel seçimini kazanmasından öteye, anayasadaki bu son değişiklikler sayesinde sonra yapılacak bir yığın işle cumhuriyetin temel nitelikleri değiştirilerek daha da karanlık bir dönemin açılması demektir. 

Celal Binzet diyor:

İnsanlığın ilerlemesi ancak kör inançlara "hayır" diyerek gerçekleşebilmiştir.

Mümtaz Soysal diyor:

Cumhuriyet çatırdıyor. Sanki içte ve dışta birtakım adamlar el ele vermişler, 1920'den beri temel kurumları ve ilkeleriyle binbir çaba, özveri, hatta şahadet üst üste eklenerek kurulmuş harika bir devleti çökertmek için bütün habisliklerini sergilemekteler neredeyse.

....................

Önümüzdeki halkoylaması seçmeninin milyonlarca "hayır"ı bu ülkeyi iyi yönetemeyenlere son uyarı niteliği kazanır belki. Çünkü, yabancı oyunlara ve içteki hainliklere hedef olan bir toplumun bunca yanlışa, sorumsuzluğa ve dağınıklığa katlanma lüksü olamaz.

Emre Kongar diyor:

Sanırım Atatürkçü geçinenler İslam kültürünü yadsımaktan, İslamcı olduklarını ileri sürenler de şeriata dayalı devleti geri getirme arzularından vazgeçerlerse, hem gerçekçi olurlar hem de Türkiye’nin yeni kültürel bileşimine daha olumlu ve etkili katkıda bulunurlar.

Charles Darwin diyor:

Hayatta ve ayakta kalabilen, canlı türlerinin en güçlüsü  ya da en zekisi değildir. Ancak değişime en kolay ayak uyduran hayatta kalır.

Tolstoy diyor:

Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür ama hiç kimse kendini değiştirmeyi düşünmez.

Mary Engelbreit diyor:

Birini (veya bir şeyi) beğenmiyorsanız değiştirin, değiştiremiyorsanız düşünme şeklinizi değiştirin.

Ellen Glasgow diyor:

Her eylem ileriye doğru gitmeyi sağlamadığı gibi her değişim de gelişim  anlamına gelmez.

 

Honore de Balzac Diyor:

Bilginin efendisi olmak istersen, çalışmanın kölesi olmalısın. 

 

Mehmet Faraç Diyor:

Baykal'a yönelik komplo, ilk ergenekon operasyonuyla birlikte uygulamaya konulan Cumhuriyet kurumlarının bertaraf edilmesinin son etabıdır!...

Baykal'ı ve kadrolarını Silivri'ye gönderemeyen zihniyet, CHP'yi siyaset sahnesinden silmeyi hayal etmiştir...

Amaç, Cumhuriyet'in en büyük çınarını kökten kesmektir...

Hedef, Cumhuriyet'in en büyük kalesini çökertmektir...

 

Dr. David J. Schwartz Diyor:

Bir şeyin imkânsız olduğuna inanırsanız, aklınız bunun neden imkânsız olduğunu size ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyi yapabileceğinize inandığınızda, gerçekten inandığınızda, aklınız yapmak üzere çözümler bulma konusunda size yardım etmek için çalışmaya başlar.

 

Tuna Kiremitçi diyor:

Çocukların masallardaki gibi masum kalabilmesi için, doğdukları toplumun olgunlaşması şart.

Mustafa Balbay diyor:

Öyle mücadeleler vardır ki, kaybetmeye değer.

İnsan ülkesi için, önem verdiği değerler için mücadele etmeyi kafasına koydu mu, ne olursa olsun kazanmış demektir.

 

Cengiz İlhan ve Çolpan (İlhan) Alışık diyor:

Başarı yalnız yetenek değil, disiplin, özveri, bağımsız ve ödünsüz kişişlik, içten bir yurt ve insan sevgisi gerektirir.

 

Burwell diyor:

10 yıl içinde size öğretilenlerin %50'sinin yanlış olduğu görülecektir. Tek sorun, hangi %50'si?

 

Prof.Dr. Rıfat Yalın diyor:

Kanıta Dayalı Tıp, hekimlerin günlük kararlarını, mevcut en iyi kanıtın ışığında, kendi deneyimleri, hastanın özellikleri ve seçimiyle birleştirerek karar vermesi için belirlenen sistematik bir yaklaşımdır.

 

Prof.Dr. Güngör Evren diyor:

Eğitimin amacı, eleştirel düşünmeyi ve öğrenmeyi öğrenmiş, araştırma becerisi kazanmış, yaşam boyu okuma alışkanlığı edinmiş, özgüvenli, etik değerleri ve topluma karşı sorumluluk duygusu gelişmiş insanları yetiştirmektir.

 

Emine Ülker Tarhan diyor:

Demokrasiye gidiyor gibi gösterilen bir gemiye bir hevesle binen bazı aydınlar denizin ortasında gemiden atılabilirler, kanımca bunun farkında değiller

 

Emre Kongar diyor:

İran deneyiminden çıkan sonuç:

"Özgürlük" ve "Demokrasi" adına..

İslamcıların önderliğinde..

Batı'nın desteğiyle..

Devlet önce çökertiliyor..

Sonra yenisi kuruluyor..

Yeni kurulan Şeriat Devleti kimseye nefes aldırmıyor!

 

Orhan Bursalı diyor:

Mustafa Kemal'in "...Kuvayı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler..." görüşü, Ali Kemal'leri haklı çıkarmaz ve aklamaz; sadece bir mucize insanın geriye doğru ne kadar nesnel, önyargısız ve hoşgörülü olduğunu, ayrıca Kurtuluş Savaşı'nın sırat köprüsü üzerindeki niteliğini belirler.

 

Hitler bile diyor:

Dini siyasi gayelerine ve işlerine hizmet için kabiliyetli ve kıymetli bir vasıta kabul edenlerin esas gayeleri, bu uğurda ölmek değil, bunun sayesinde geçimlerini sağlamaktır. Bu kimseler, sadece siyasi bir fayda sağlamak için imanlarını satabilirler; birkaç milletvekilliği için her dinin can düşmanı olan Marksistlerle anlaşma yaparlar, bir bakanlık için işi şeytanla evlenmeye kadar vardırabilirler, yeter ki utanma hissinden yoksun şeytan buna "evet" desin.

 

Ümit Zileli diyor:

Bu karanlık günlerin mağduru tüm yurtseverler, onurlarıyla kaldıkları yerden sürdürecekler karanlığa karşı mücadelelerini… Bugünün soysuz tetikçileri ve baş eğen zavallıları ise tarihe kazınan bu utanç döneminin dipnotları olarak anımsanacaklar yalnızca, o kadar…

 

Emre Kongar diyor:

Bağnaz, otoriter, dogmatik, ezberci, taklitçi eğitim; saldırgan, baskıcı, tartışma ve sorgulama kabul etmeyen, müsamahasız kişilikler üretir. Bu kişiliklerin egemen olduğu bir toplum, tartışmaktan çok kavga eder...

Sorgulayıcı, araştırıcı, üretici, yaratıcı, müsamahalı eğitim; demokrat kişilikler üretir. Böyle kişiliklerin çoğunlukta olduğu toplum, kavga etmez, tartışır...

 

Emre Kongar Soruyor:

Hangi mahkeme bağımsız Türk Adaleti'ni temsil ediyor?

Habur'daki mi?

Silivri'deki mi?

İkisi birden mi?

Hiçbiri mi?

 

Ali Sirmen diyor:

"Ne Mutlu Türküm Diyene" sloganı, Kemalist ulus kavramının, ırk esasına dayanmayıp tamamen sübjektif bir öğeye yani birlikte yaşama iradesine dayalı, ırkçılığı reddeden bir görüş olduğunu ifade eder.

 

Oktay Ekşi diyor:

Türkiye'nin asıl meselesi, artık ekonominin üç puan inip beş puan çıkması değil, çağdaş kimliğinin korunmasıdır.

Bir Özdeyiş:

Değişim rüzgârları esmeye başlayınca, en büyük ya da en güçlü olan değil, değişikliğe en iyi ayak uydurabilen hayatta kalır.

 

İlhan Selçuk diyor:

Ölümünden sonra Şarkışla’da Aşık Veysel’e takke giydirecek kadar bu toplumun kültürüne saygısızlık edebilecek siyasetin Müslümanlık numarasına Müslümanlığa saygı adına “dur” diyebilecek halimiz kalmadı mı?

Hayatında şapka giyen bir yüce aşık’a ölümünden sonra takke taktırmak, yaşadığımız devrin gradosunu sergileyen olağanüstü bir geri zekâlılıktır…

 

Maria Curie diyor:

Hiçbir şeyden korkmayın, yalnızca anlamaya çalışın

 

Goethe diyor:

Çözümde rol almayan sorunun parçası olur

 

Oscar Wild diyor:

Herkes benim düşünceme katılırsa yanılmış olmaktan korkarım.

 

Dr. Jhon Izzo'ya göre ölmeden önce keşfetmemiz gereken beş sır:

Kendinize karşı dürüst olun

Hiçbir şeyden pişman olmayın

Sevgi dolu olun

Anı yaşayın

Aldığınızdan daha fazlasını verin

 

Spartalı Khilon diyor:

Bir kayıp, yüz kızartıcı kazançtan daha iyidir; birinci halde bir defa üzüleceksin, ikincisinde her zaman.

 

Büyük İskender diyor:

İyi adamın kötü adama muhtaç olmasından daha büyük bir felaket yoktur.

 

Melih Cevdet Anday diyor:

Hastaneler ve hapishaneler yaşamın iki tersliğidir. İnsan birinde sağlığından, ötekinde özgürlüğünden utanır.

T. Henry Huxley diyor:

Bir insanın sahip olabileceği en iyi yetenek; yapması gereken bir şeyi, yapması gereken zamanda ve yerde, yapılması gerektiği gibi yapması, tüm bunları istese de istemese de yapmasıdır.

 

Konfüçyüs diyor:

Bende bir yumurta var. Sende bir yumurta var.

Eğer, sen bana bir yumurta verirsen,

Ben sana bir yumurta verirsem,

Yine sende bir yumurta, bende bir yumurta olur.

 

Sende bir bilgi var. Bende bir bilgi var.

Şayet, ben sana bir bilgi verirsem,

Sen bana bir bilgi verirsen,

Sende iki bilgi, bende iki bilgi olur.

 

İbn Sina diyor:

Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin onun hakkında söylediklerinden etkilenmez.

 

Thomas Carlyle diyor:

Gençliğimde sanırdım ki hayat bir sevinçtir.

Yetiştim ve gördüm ki hayat bir çalışmadır.

Çalıştım ve gördüm ki çalışma bir sevinçtir.

Abidin Kumbasar diyor:

Ülkemin en yurtsever en seçkin insanları

Bir bir tutuklanıyor, çoğunu tanıyorum

Cumhuriyet, devrimler öyle suçlanıyor ki

Dışarıda olmaktan artık utanıyorum.

 

İsmail Hakkı Tonguç diyor:

İnsanoğlunun kazanacağı en büyük zafer, korkuyu yenmesiyle elde edilecek zaferdir.

 

Hasan Ali Yücel diyor:

Bir kişinin atacağı dev adımları değil, bin kişinin atacağı insan adımlarını özlüyorum...

 

Cumhuriyet Soruyor:

"Biz susarsak, kim konuşacak?"

 

Allen Klein diyor:

"Yaşadığımız çoğu üzüntü sorunlarımızın değil, bakış açımızın sonucudur."

 

İlhan Selçuk diyor:

"Milli egemenlik" yerine "iktidarı", "laik asker" yerine "dinci polisi" ikame etmek isteyen dış kökenli plan uygulanıyor...

Bu planlamaya demokrasi kılıfını geçirmek için gösterilen büyük çaba dış destekli...

 

Turgut Özakman diyor:

Ey sevgili Atatürk!

Senden sonra birçok zikzaklar çizdik. İzinden ayrıldık. Borçla kalkınmaya çabaladık. Bağımsızlığın milli ekonomi ile olan ilgisini unuttuk. Bağımsızlık duygusu zayıfladı. Anadolu aydınlanması gittikçe kararıyor. Emperyalizm konuşulmaz oldu. Batı karşısındaki aşağılık duygumuz yeniden hortladı. Kendimize güvenimiz sarsıldı. Senin , özü yurtseverlik, toprak , tarih ve yazgı kardeşliği  olan milliyetçilik görüşünü canlı tutamadık. Birliğimiz, dirliğimiz sorunlar içinde. Seni de sana benzemeyen büstlere dönüştürdüler. Bu gidişin nelere mal olacağını tarih açıklıyor ama kimse tarihe kulak vermiyor.

Bütün bunlardan dolayı senden, aziz anından, derin bir utanç içinde özür diliyorum.

Bizi affet.

 

Genelkurmay İletişim Dairesi Başkanı Tuğgeneral Metin Gürek diyor:

Ermenilerden özür dilenmesi kampanyası hem yanlış hem de zararlı.

 

Işık Kansu diyor:

Göreviniz tehlike: Siyasetin sabıkaları belli Hüsemettin Özkan ile Kemal Derviş, CHP ile oynaşmaya başlamış.

Öyle anlaşılıyor ki, çarşaf açılımı rastlantı filan değilmiş, CHP'de kapsamlı "operasyon" için düğmeye basılmış. Hem de Amerikancı AKP'nin inişe geçtiği söylenen dönemde, yine bir seçim öncesi.

 

Mustafa Balbay diyor:

Türbanlı bir kadın, "Bizden birinin CHP'de ne işi var" diye tartışma açmıyor. Tersine, "Oraya da girdik" diyor. Bu noktada sormak gerekir:

Türbanlılar CHP'ye girdi diye CHP'lilerin birbirine girmesi sağlıklı bir politika mı?

Hayır... Bu, en hafif anlatımla özgüven eksikliğidir.

 

Emre Kongar diyor:

Hiçbir iktidar ve onun "yandaş medyası", demokrasyiyi ne denli yozlaştırırsa yozlaştırsınlar sonsuza kadar iktidarda kalamaz. İktidar değişir, "yandaş medya" da yok olup gider.

 

Mustafa Kemal Atatürk diyor:

Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin, milletin saadet ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.

 

Yaşar Nuri Öztürk Diyor:

İslam, bütün yeryüzünü mabet, bütün meşru fiilleri ibadet ilan eden bir dindir.

Hz. Peygamber, kamunun haklarına, mallarına musallat olanların, Kur’ansal deyimiyle “gulül suçu işleyenlerin” cenaze namazlarını kılmazdı. Bu Muhammedi tavır; Türkiye’yi yönetenlere, siyasetçilerimize, kamu mevkilerinin subaşlarında bulunanlara, ibadetleri şov aracı yapanlara ithaf olunur.

Hz. Peygamber, ölen bir kadının arkasından ağlayanlara “Neden bu kadar ağlıyorsunuz, ne özelliği vardı bu kadının?” diye sormuş ve “Çok namaz kılardı!” cevabını alınca da “Keşke az kılsaydı da namazını böyle dillere düşürmeseydi!” mealinde konuşmuş. Aynı kadının tek hatasının komşularını birazcık taciz etmek olduğunu söylediklerinde ise şöyle buyurmuşlar: “Keşke komşuları kendisinden şikâyetçi olmasaydı da o namazları hiç kılmamış olsaydı!”

Bugünün demokrasi ve özgürlük öncüsü ABD’nin ikinci dünya savaşındaki politikasının esası, bir yandan Hitler’i kullanarak Rusya’yı çökertmek, öte yandan Rusya’yı kullanarak Hitler’i yok etmek olmuştur. Parasının üstündeki “Allah’a güveniriz biz” ifadesinin ABD’cesi ise şudur: “Allah’ı kullanarak kitleleri aldatırız biz”

Hiç düşündünüz mü, kendisini İslamcı ve Batıcı diye tanımlayan iki zıt kutup neden Mustafa Kemal’e aynı anda karşı? Neden Mustafa Kemal’e karşı ikisi de aynı kararlılıkla ve ortaklaşa cephe tutmaktadır? Sebep tek: Mustafa Kemal, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşıdır. Karşı olmakla kalmamış, emperyalist akının tüm namussuz salvolarını yerle bir etmiştir. Oysaki İslamcı ve Batıcı mandacılar, emperyalizme uşaklığı dünya ve ahret mutluluğunun yolu bilmekteler.

Yıl 1932. Birleşmiş Milletlerin nüvesi veya ilk şekli olan Milletler Cemiyeti kurulmaktadır. Dünyanın bu en büyük ülkeler topluluğuna katılmamız için, yakın çevresi, Atatürk’e telkinde bulunuyor. Cevabı şu oluyor Atatürk’ün: “Başvurmayı düşünmüyoruz, ama davet ederlerse değerlendiririz” ve topluluk, başvurma koşulunu Türkiye’yi davet için iptal ederek 43 üyenin oybirliğiyle Türkiye’yi katılıma davet kararı aldı. Ve Türkiye, işte bu davet üzerine o topluluğa katıldı. Atatürk Türkiye’sinde o idik; bugün AB önünde ne olduğumuz belli. Oradan buraya nasıl gelindiğini anlamak için Atatürk’ün şu sözü bize yardımcı oluyor: “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela biz, kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün iş ve hareketlerimizle göstermeliyiz.

Türkiye bugün, Kurtuluş Savaşı’nın şartları içindedir.

 

 

Ömer Hayyam Diyor:

Kim demiş haramla helali bilmez Hayyam?

Ben haramla helali karıştırmam

Dost ile içilen şarap helal

Puşt ile içilen su bile haram!

 

 

Miyase İlknur diyor:

Siyasal İslamın mütedeyyin kitlelerin dini duygularını sömürerek yaptığı vurgunun son halkası Deniz Feneri oldu. 1970’lerde Selametköy, GİMTAŞ ve Burak Gıda projeleri için dindar vatandaşlardan toplanan paralar iç edildi. O günlerde MSP’li kadroların marifetiyle yapılan hayal satıcılığı 1990’lı yıllarda da sürdü. Bu kez RP, çeşitli yöntemlerle para topladı. Yurtiçinden çok yurtdışındaki Müslümanların paralarına göz diktiler. Yurtdışı onlar için bir altın madeniydi. Kimi zaman hacca gönderme, kimi zaman vekâleten kurban kesme, kimi zaman Bosna’ya yardım, kimi zaman Adil Düzen Üniversitesi, kimi zaman İslami Holdingle, kimi zaman televizyon kurma bahanesiyle dindar vatandaşların kapısını çaldı. Yurtiçinden ve yurtdışından toplanan paraların küçük bir kısmı görüntüyü kurtarmak için asıl amaca harcanırken, aslan payı ya partiye aktarıldı ya da zimmetlere geçirildi.

22 Şubat 1994’te Başbakan Tansu Çiller, RP’nin yurtiçinde ve yurtdışında Bosna’ya yardım amacıyla topladığı paranın yarısını yerine ulaştırmadığını açıkladı. Çiller’in iddiasına ilk yanıt RP Grup Başkanvekili Şevket Kazan’dan geldi. Kazan, “Çiller, RP yardımlarının yerine ulaşıp ulaşmadığını Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’e sorsun” dedi. Aynı gün Bosna-Hersek Ankara Büyükelçisi Hajrudin Somun, RP’den kendilerine hiç para iletilmediğini açıkladı. 24 Şubat 1994’te Şevket Kazan, toplanan paraların 2 milyar lirasının elden Bosnalı Albay Adem Haciç’e teslim edildiğini belirtti. Ancak Bosna hükümeti, ordularında Adem Haliç adında bir albay bulunmadığını açıklayınca RP’nin yalanı ortaya çıktı.

Mercümek skandalı patlak verince, RP yöneticileri başlangıçta Süleyman Mercümek’i tanımadıklarını açıkladılar. Partinin patasını Mercümek’in dövize çevirip gönderdiği belgelenince RP yöneticileri daha önce tanımadıkları Süleyman Mercümek’i hatırlayıverdiler. Mercümek’in hesaplarını karıştırdıkça benzer başka olaylar da birbiri ardınca çıkmaya başladı.

 

T.H. Huxley diyor:

Bilginin azı tehlikeli ise, tehlikeden uzak kalacak kadar çok şey bilen kişi nerede?

 

Michael Guillen diyor:

Faraday bir ciltçi çırağıydı. Önceden çizilen kaderine boyun eğseydi, İngiltere'nin üst tabakalarından kişiler için kitap ciltlemekten öteye gidemeyecekti.

 

Michael Faraday diyor:

Bilim bize, hiçbir şeyi göz ardı etmememiz ve küçük ayrıntıları küçümsememiz gerektiğini öğretir. Zira, büyük şeyler küçük şeylerden oluştuğu gibi, aslında küçük ayrıntılarda çoğu kez büyük şeyler gizlidir.

 

Jared Diamond diyor:

Çin, dünya teknolojisinde başı çektiği dönemde (belli başlı teknolojik ilklerin uzun listesinde dökme demir, pusula, barut, kağıt, matbaa ve daha pek çok şey var) siyasal güç, denizcilik, denizlerin denetimi bakımından da dünyada en öndeydi. Kolomb'un üç çelimsiz gemisi dar Atlas Okyanusu'nu aşıp Amerika'nın doğu kıyısına ulaşmadan yıllar önce, 15.yüzyıl başlarında Çin, Hint okyanusu'nun ta öteki ucundaki Afrika'nın doğu kıyılarına, her biri 120 metre uzunluğunda yüzlerce yelkenliden oluşan, toplam 28.000 tayfası olan donanmalar göndermişti.

Niçin Vasco da Gama'nın üç çelimsiz gemisi Afrika'nın en güneyindeki Ümit Burnu'ndan dolaşıp doğuya giderek Avrupa'nın Doğu Asya sömürgeciliğini başlatmadan önce Çin gemileri Afrika'nın en güney ucundan geçerek batıya gidip Avrupa'yı sömürgeleri haline getirmediler? Çin gemileri niçin Büyük Okyanus'u geçip Amerika'nın batı kıyılarını Çin sömürgesi haline getirmedi?

Çin donanmalarının sonu, bize bu konuda ipucu veriyor. Bu donanmaların yedi tanesi MS 1405 ile MS 1433 arasında Çin'den yelken açmıştı. Daha sonra, dünyanın her yerinde olabilecek tipik bir yerel siyaset sapması yüzünden, Çin sarayında iki hizip (hadımlarla karşıtları) arasındaki kavga sonucu bu donanmaların gönderilmesine son verildi. Donanmaları gönderenler ve onlara kaptanlık edenler birinci hiziptendi. Bu yüzden iktidar savaşını ikinci hizip kazandığı zaman donanma göndermeyi bıraktı; sonunda tersaneleri kapattılar, okyanus aşırı gemiciliği yasakladılar.

 

Hikmet Bila diyor:

Kuddisi Okkır'ın bir deri bir kemik kalmış yüzünde kocaman açılmış, boşluğa bakan ama görmeyen gözleri, Ergenekon davasının simgesidir. O gözleri unutmayınız.

 

Mustafa Balbay diyor:

Sokrates'e eşi seslenmiş: "Seni haksız yere mahkûm ediyorlar!"

Sokrates karşılık vermiş: "İyi ya... Ya haklı yere mahkûm etselerdi!"

 

Ümit Zileli diyor:

Türkiye, tarihinin en açık ve en kritik hesaplaşmasını tüm dünyanın önünde yapıyor!.. Çok uzun süreceğini sanmıyorum!.. Olacak olan ise şimdiden bellidir: Karanlık yırtılacaktır!..

 

Cüneyt Arcayürek diyor:

Anımsayalım: İlhan Selçuk, savcılıkta 90 saat süren bir sorgulamadan sonra gün yüzüne çıktığı gün soruşturmayla ilgili çok dikkat çekici, hemen hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediği bir saptama yaptı: "Savcılık, Ergenekon davasını Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirmek istiyor" dedi. Son göz altına almalar, bu saptamanın değerini ortaya koyuyor.

 

Hikmet Çetinkaya diyor:

Laik demokratik Cumhuriyetten yana tavır almak; demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri savunmak; gericiliğe, ırk, din, dil, renk ve mezhep ayrımcılığına, bölücülüğe, teröre karşı çıkmak; çetelerle, din bezirgânlarıyla mücadele etmek ve Atatürk'ü sevmek suçsa ben de o suçu işliyorum!..

 

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.) diyor:

Kişi, ahlâkının güzelliği ile geceleri ibadetle, gündüzleri oruçla geçirenlerin ulaşacakları derecelere kesinlikle ulaşabilir.

 

Deniz Som diyor:

Türkiye'nin pisliklerden arındırılabilmesi için, İsmet İnönü'nün dediği gibi; bu ülkenin namuslu insanları en az namussuzlar kadar cesur olmakla yükümlüdür.

 

Giordano Bruno diyor:

Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar.

 

Genco Erkal diyor:

Hiçbir şey eyleme geçen cehalet kadar korkutucu olamaz!

                                                                            Sivas'93

 

İlhan Selçuk diyor:

Doğmadan önce başlayan, öldükten sonra da sürecek olan tarihsel zamanın bilincinde yaşamak, insanın tükenmeyen gençliğidir.

 

Mustafa Kemal Atatürk diyor:

Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.

 

Art Linklettr diyor:

Olaylar, onları en güzel gözle görebilenler için en iyi şekilde gelişir.

 

Mark Twain diyor:

Kahkahanın gücü karşısında, hiçbir şey ayakta duramaz.

 

Jimmy Durante diyor:

Aptallıklarımızı gizlemek yerine kabullenirsek, bunlara gülmeye başlarız. Bütün dünya da bizimle birlikte güler.

 

Voltaire diyor:

Tıp Sanatı, doğa insanları iyileştirirken hastaları eğlendirmektir.

 

Allen Klein diyor:

"Sorunlarımızın, üzüntülerimizin ve hayal kırıklıklarımızın geçmişte kalmasına izin vermezsek, bunlar omuzlarımızda bir yük haline gelirler."

İki keşiş yolda giderlerken, bir su birikintisinde karşıya geçmek için bekleyen genç bir kadın görürler. Keşişlerden biri, diğerini çok kızdırarak kadını taşıyıp suyun diğer yanına geçirir. Yaklaşık bir mil sonra, arkadaşının davranışına çok şaşırmış olan keşiş yorum yapmış: "Biz bakiriz, bırak bir kadını taşıyıp karşıya geçirmek, kadınlara bakmamız bile yasak. Nasıl böyle bir şey yapabildin?" Diğer keşiş karşılık vermiş: "Ben o kadını bir mil geride bıraktım. Sen neden hâlâ taşıyorsun?"

 

Mustafa Kemal Atatürk diyor:

Hiçbir mazeret başarılı olmanın yerine geçemez.

James D. Watson diyor:

Bilim, dışarıdan insanların sandığı şekilde doğrudan, mantıklı bir biçimde ilerlemez. Tam tersine, bilimin ileriye (bazen de geriye) doğru adımları çoğunlukla kişiliklerin ve kültürel geleneklerin büyük rol oynadığı son derece insani olaylardır.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.) diyor:

Sizin en hayırlı olanınız, insanlara faydalı olanınızdır.

Bir Nöroloji Uzmanı şöyle der: 

Önemli olan Beyin kanaması teşhisini koymak ve 3 saat içerisinde bunu tedavi ettirmek ki bu hiç de kolay değil.

Beyin kanaması olduğunu anlamak için aşağıdaki dört adımı uygulamak gerekir:

1-Kişinin gülümsemesini istemek (eğer yapamazsa = Felç demektir)

2-Kişinin 'bugün çok güzel bir gün' gibi çok basit bir cümle söylemesini istemek.

3-Kişiden her iki kolunu birden kaldırmasını istemek.

4-Kişiden dilini dışarı çıkartmasını istemek. (Eğer yamulmuşsa bu da felç geçirdiğine işarettir.)

Eğer kişi bu dört adımdan birini yerine getiremiyorsa – 'lütfen' derhal acil servise haber veriniz ve doktora telefonda durumu izah ediniz.

 

İsmail Hakkı Tonguç diyor:

Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda, düşündüğünü yazan ve açıklayan pek az insan olur. Böyle insanların kıt olduğu yerlerde, fikir hayatı canlanamaz. Toplumun en önemli işleri kanılarını saklayan, esen rüzgâra göre fikir değiştiren kişilerin elinde kalır.

 

Bekir Coşkun diyor:

Göbeğini kaşıyan adam; köylü, kenar mahalleli, parası olan, parası olmayan değildir.

Göbeğini kaşıyan adam; okumayan, dinlemeyen, duymayan, görmeyen, olup bitenleri anlamayan... Kendi haline bakıp da niçin süründüğünü sorgulamayan... Teslimiyetçi, kaderci... Çağdaşlık ve uygarlık gibi bir derdi olmayan...Beleş ve avanta ile iradesini satan adamdır.

 

Hikmet Bila diyor:

Bugünkü Amerika Başkanı George Bush nasıl başkan olmuştu?

Bir 'yargı darbesi'yle.

2000 yılındaki seçimlerde Florida oylarının sayımında anlaşmazlık çıkmış, itirazları karara bağlayan Amerikan Yüksek Mahkemesi, hükmünü Bush'tan yana vermişti. Bush da bu 'yargı darbesi'yle rakibi Al Gore'u kıl payı geride bırakarak Beyaz Saray'a yerleşmişti.

Amerikan medyasının çok büyük bölümü de bu 'yargı darbesi'ni alkışlamıştı.

Kimsenin aklına Yüksek Mahkeme kararı için 'yargı darbesi' demek gelmedi.

Nedense Türkiye'de Anayasa Mahkemesi'ne açılan kapatma davasının adı Batı basınında 'yargı darbesi' oldu.

 

Deniz Som diyor:

Rektör Prof. Dr. Mustafa Akaydın, Üniversitelerarası Kurul Başkanı sıfatıyla İslamcı iktidara teslim olmuyor; AKP'nin YÖK Başkanı yaptığı Yusuf Ziya Özcan'a haddini bildirmekten sakınmıyor. Karşılığında Akdeniz Üniversitesi'nde silahlar patlıyor. Her şey o kadar ortada ki, kör kör gözüm parmağına!

 

Nuri Kurtcebe'nin karikatüründen:

Başörtüsü: Müslüman Anadolu kadınının başının örtüsü. Rüzgardan, tozdan korunmak için takılır.

Türban: ABD, AB destekli siyasal ılımlı islam kadınının üniforması. Şeriat için takılır.

 

Genelkurmay Başkanımız Sayın Orgeneral Yaşar Büyükanıt diyor:

Din konusu, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu güne kadar bazı çevreler ve oluşumlar tarafından istismar edilmiştir. İrticai unsurlar laiklik karşıtı faaliyetlerine, vakıf, dernek, vb isimler altında birtakım legal oluşumlar vasıtasıyla devam etmektedirler.

 

Emre Kongar diyor:

27 Mayıs müdahalesine yol açan süreç, Demokrat Parti'nin kendisini iktidara getiren demokratik mekanizmaları, kurum ve kurulları rafa kaldırmasıdır.

 

Dursun Atılgan diyor:

İlhan Selçuk, Türk basınının yaşayan bağımsızlık anıtıdır.

Mustafa Balbay diyor:

Türkiye yönetilmiyor, idare ediliyor! Bu noktada AKP ikinci sorundur. Birinci sorun şudur:

AKP'nin karşısına ne konacak?

Bu soru toplum katında yanıtsız kaldığı sürece ne demokrasimiz gelişebilir, ne ekonomimiz... Ne de toplumsal gerilim düşer.

... AB için önemli olan Türkiye'nin demokratikleşmesi, yasalarının AB'ye uygun olup olmaması değil, AKP'nin başına bir şey gelmemesi... Anlaşılan AB, Türkiye'ye özel AB komiseri atamayla AKP icraatı arasında bir fark görmüyor. O yüzden de ne pahasına olursa olsun, korumaya çalışıyor.

 

Mustafa Balbay diyor:

Cumhuriyet'in tirajı arttıkça, Türkiye'nin virajı azalacak...

 

Deniz Som yazıyor:

AKP’ye kapatma davası açılması üzerine 23 Nisan’da çocuklara ne diyeceğini bilemeyen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’a yardımcı olmak amacıyla Memduh Menekşe bir metin hazırlamış:

“Meclisimizin sevgili misafirleri, çocuk meclisinin güzel öğrencileri; hani geçenlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı partimizin kapatılmasını istemişti de ben bunu Meclis’i kapatma olarak algılayıp, bu gayri hukuki durumu size nasıl anlatabilirim diye uykularımı yitirmiştim. Sevgili çocuklar, yıllar önce ‘Siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz’ diye başlatılan karşıdevrim sürecini solama misyonunu üslenen partimizin genel başkanı elhamdülillah şeriatçıyız nutuklarıyla Başbakan olurken, Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ özdeyişini ilkellik olarak tanımlayan ikinci adamımızı da Cumhurbaşkanı yaptık. Tarikat liderlerine övgüler yağdırdık. Atatürk’ün şeyhler, dervişler memleketi olamaz dediği bu ülkeyi şeyhler, dervişler, tarikatlar ülkesi yaptık. Atatürk’e deccal diyen, cumhuriyetimizi de kâfirlikle suçlayan Saidi Kürdi’ye methiyeler yağdırdık. Hatta geçen günlerde bir konferansına ben de kutlama telgrafı gönderdim. Tüm bunlara rağmen irticanın odağı olamadık. Sevgili çocuklar; Yargıtay Başsavcısının yaptığı milli iradeye karşı gelmek değil de nedir?”

 

Orhan Bursalı diyor:

Erdoğan'ın "Millet iradesini hiçe sayarak hukuk tesis edilemez" sözlerinin anayasa ve yasalarda bir zemini yok. Bu, Erdoğan'ın "Bu millet isterse şeriatı da getirir" sözlerine ve anlayışına uygundur, ama anayasal değildir!

 

Mustafa Kemal Atatürk diyor:

Dünyada hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım diyemez.

 

Hoimer V. Diffurth diyor:

Yürü, nasıl olsa bir yere varırsın!

Mustafa Balbay diyor: 

AB'ye uyum diye zinayı bile Ceza Yasası'ndan çıkaranlar, şimdi de tutturmuş, ille de kızlarımızın "din emri" olan örtü sorununu çözeceğiz diyor!..

Melih Aşık diyor: 

Açık unutulan mikrofonlar YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan'ı fena yaralıyor. Son mikrofon kazasında... Bir bürokrat, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'a diyor ki:

—Yeni YÖK Başkanı güzel sözler söylüyor...

Bakan Unakıtan şu yanıtı veriyor:

—İsterse söylemesin...

Yusuf Ziya Özcan daha önce de Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın kendisine:

—Aman hocam bir şey söylersen ipimizi çekerler, dediğini açık mikrofonu unutup ağzından kaçırmıştı...

Tabii Maliye Bakanı'nın tehdidi daha esaslı... "İsterse söylemesin" demek YÖK Başkanı'nın hükümetçe kul-köle statüsünde görüldüğünün ispatı...

Oysa.. YÖK aynen Danıştay, Yargıtay gibi bağımsız bir kuruluş... YÖK Başkanı protokolde 12. sırada... Birçok bakanın önünde yer alıyor... Başbakan, geçen dönemde kendisinden YÖK'e karşı bir girişim istendiğinde:

—Benim gücüm yetmiyor, diyerek hükümetin YÖK önündeki çaresizliğini ifade etmişti.

YÖK her zaman üniversite ve bilim camiasının asalet ve onurunu temsil etti.

Bugün ise bilim dünyasının hükümet önünde ezilişini temsil ediyor.

Hükümetin YÖK'e karşı aşağılayıcı tavrı tüm akademik yaşama hakarettir.

YÖK Başkanı ya Maliye Bakanı'na cevap vermeli ya da o görevi bırakmalıdır...

Daniel Dumoulin diyor:

"Türkiye; Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geri kalan her şeyi Atatürk'e..."

Emre Kongar diyor:

Dindarların en büyük düşmanı dincilerdir;

Türbanlıların en büyük düşmanı da türbancılar!..

 

Emre Kongar diyor:

Sorun "türbanlılar" değil.

Sorun "türbancılar".

İlhan Selçuk diyor:

Atatürk devrimi, "Reform-Rönesans-Aydınlanma" üçlemesini "Milli Kurtuluş Savaşı" ile birlikte bir kuşağın tarihsel bilincine aşılayan olağanüstü bir uygarlık atılımıdır...

Dünya ve İslam coğrafyasında tektir...

Bekir Coşkun diyor:

Bir Başbakan, 15 askerinin şehit edildiği gece "Önümüzdeki ay Amerika'ya gidiyorum, bunu Başkan Bush ile konuşacağız" dememeli. 

 

Edebiyatçılar Derneği 1994 Yılı Bildirisi:

HİÇBİR ŞEY BİRDEN OLMADI

Önce ezanı arapçaya çevirdiler.

Dinlediniz. 

Sonra "Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz" dendi. 

Demokrasi sandınız. 

Sonra bir çığ gibi kur'an kursları, imamhatip okulları açıldı.

Din dersleri anayasal zorunluluk oldu. 

Kabullendiniz. 

Tesettür arttı, cami sayısı okulları geçti, inanç özgürlüğü saydınız.

Giyim kuşama müdahale ettiler, oruç tutmayanı öldürdüler. 

Şaşırdınız. 

Daha sonra bilim adamı ve yazarları vurdular. 

Milletvekili ve gazetecileri parçaladılar. 

Şairleri ve semahçılarımızı yaktılar. 

Kimin yaptığını düşünüp durdunuz. 

En sonunda kapınızı ÇALACAKLAR, size kendinizden başka yardım edecek kimse KALMAYACAK !

                         

 

Emre Kongar diyor:

"Terör ya da din gibi araçları siyasette kullanan iktidarlar, sonunda bu her iki aracın da denetimini ellerinden kaçırıp onlara teslim olur."

Tarih, bu sürecin sayısız örneğiyle ve bu nedenle yaşanmış pek çok kanlı felaketle doludur.

 

İlhan Selçuk diyor:

ABD desteğini AKP'nin arkasından çeksin, ülkemizde dinciliğin sonu çok çabuk gelir...

Ama, Amerika İslamcılığı destekledikçe, dincilik yoğunlaşacak, mahallede türbancılık baskısı dinciliğin taban siyasetine dönüşecektir...

 

İlhan Selçuk diyor:

Kan davası aydınlık ve çağdaş insana yakışmaz...

Ben laik Atatürk Cumhuriyeti'nin varoluşu ve bütünlüğü için, dün bana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğin doğal ve sade gereği sayıyorum.

 

İlhan Selçuk diyor:

22 Temmuz seçimlerinde AKP'nin kazanmasını isteyenlerin kısa listesi:

Kıbrıs Rumları..

Fetullah Gülen..

Celal Talabani..

Mesut Barzani..

PKK teröristleri..

Ve Amerika..

Meydanları dolduran AKP seçmenleri ne yazık ki bu listeyi bilmiyorlar; Meclis Başkanı Anayasa Mahkemesi'ne bindirdi mi hazreti alkışlıyorlar...

 

İlhan Selçuk diyor:

Dünya ahvaline ve insanlığın haline baktığımızda görüyoruz ki en uygarından en ilkeline dek herkes kafayı yemiş...

Cahit Irgat'ın "İnsan" adlı şiiri, çok yıllar önce sanki bu gerçeği vurgulamak için yazılmış:

"Allah'ı şimdi gördüm

Ağlıyordu.

İki gözü iki çeşme,

Elinde fener,

Diyojen'i arıyordu."

İsa'dan sonra 1'inci yüzyılda yaşamış şair Martialis yazmış:

"O suyu kirletmeye kıçın yetmez

Kafanı daldır, Zoilus, kafanı!.."

 

Emre Kongar diyor:

Türkiye kızgın ve susuz çölün ortasında, bir şeytan üçgeninin göbeğinde serin, yeşil ve sulak bir alan:

Bir vaha.

1,3 milyarlık islam dünyasında, 52 devlet arasında tek ve biricik laik ve demokratik ülke:

İnsanlık için bir örnek, eşi bulunmaz bir mücevher.

 

Sydney J. Harris diyor:

"Yaptığımız şeyler için pişmanlık zamanla geçer, ne var ki, yapmadığımız şeylere pişmanlığın çaresi yoktur"

 

 Ralph Waldo Emerson diyor:

"Davranışlarından utanıp sıkılma, yaşamın tümü denemedir."      

 

İlhan Selçuk diyor:

ABD hem PKK'nin arkasında...

Hem AKP'nin arkasında...

Ve insanlarımız şehitleşiyor!..

 

PKK, emperyalist ABD'nin  Anadolu'daki vurucu gücüne dönüştü...

Ancak PKK can aldıkça, Anadolu Türk'ünde ve Kürt'ünde bir telaş görülüyor:

-Aman birbirimize düşmanlaşmayalım!..

Boşuna bir telaş bu!..

Anadolu halkının bilinci, sağduyusu, töresi, deneyimi, bedeninin gözeneklerine sinmiştir...

Barış içinde bir arada yaşamak güdüsünün erdemli gücünde Türk'ü de Kürt'ü de eritecek kadar insanlaşmak, Anadolu halkının göreneksel bilgelik şiarıdır...

 

İlhan Selçuk diyor:

İrticanın dibi yoktur!..

İslam Devleti'nin ılımlısı, yumuşağı, serti olmaz!..

Allah adına ahkâm kesmek bir devletin düzeninde ağır basmaya başladı mı, insan silinir gider...

İnsanın yerini kim alır?..

Mürteci!..

İşin en kötü yanı, yüce Allah, Hazreti Peygamber, Kuranıkerim adına konuşan mürteci sürüsünün devlet düzeninde iktidarı ele geçirdikten sonra, gün geçtikçe azmasıdır...

Bu takımdan biri, yolda yürüyen Bektaşi'nin ensesine okkalı bir tokat vurmuş...

Baba hızla dönüp bakınca açıklamış:

-Ne bakıyorsun Erenler, bu tokat Allah'tandı...

Bektaşi:

-İmanım, demiş, elbette öyledir; ama Allah'ın bu işi hangi pezevengin eliyle yaptırdığına bakıyorum...

 

Erol Manisalı diyor:

ABD ve İngiltere son aylarda TSK'nin "siyasete müdahale etmesine" çok kızmışlar. Oysa 12 Eylül 1980 darbesi hem Washington hem de Londra tarafından alkışlarla karşılanmıştı. Çünkü yapanlar, "onların çocuklarıydı".

Bugün mutıra verenler ise Washington ve Londra'nın hiç hoşlanmadığı şeyler söylüyorlar:

-Çekiç Güç büyük hataydı; (ABD ve İngiltere Türkiye'yi kandırdı).

-Irak'ın kuzeyinde Talabani, Barzani ve PKK'nin esas arkasındakini görelim (yani ABD, İngiltere ve İsrail'i; esas düşman onlar).

-Türkiye'nin AB ile görüşmelerindeki çerçeve belgesi Türkiye'yi bölmeye yönelik maddeler içeriyor (AB bizi bölmek istiyor).

Evet bugün bunları söyleyenler dünkülerden çok farklı.. "Onların çocukları değil"...

Olaylara Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından bakıyorlar; ABD, İngiltere ve İsrail'in maskesini düşüren şeyler söylüyorlar.

Bunlar Cumhuriyet'in, Atatürkçü düşüncenin ve Lozan'ın yanında.

Mümtaz Soysal diyor:

"Seçime üç gün kalıncaya kadar ciddi aday belli değil; son anda Başbakan'ca 'atanıyor'. O aday da, seçiliş kuralları konusunda inancına karşın, birden bire telaşa düşüp 367'yi sağlamak için kapı kapı dolaşmakta.

        Tuhaf olan şu: Meclis toplantısının birkaç dakika öncesine kadar sürdürülen çekişmeler, tutum değişmeleri ve parti pazarlıkları sürüyor.

        Daha da vahimi, söz konusu aday, yedi yıl görev yapmış bir Cumhurbaşkanı'nın, 14 Nisan'da alanları dolduran milyonu aşkın bir halk kitlesinin ve yaşamsal sorumluluklar taşıyan bir Genelkurmay Başkanı'nın uyarılarına karşı dayatmacı bir 'meydan okuma'yla belirlenmiştir."

 

Devlet Bahçeli diyor:

"Başbakan Erdoğan, çok tehlikeli sonuçları olacak siyasi bir kumar oynamıştır. Başbakan ve partisinin Cumhurbaşkanlığı makamını siyasi ve ideolojik misyon yeri olarak gördüğü bütün çıplaklığıyla anlaşılmıştır. Cumhurbaşkanlığını zapt edilecek son kale olarak gören bu zihniyetin, bu yüce makamı devletle hesaplaşma aracı olarak kullanmak istediği ortaya çıkmıştır."

 

Mustafa Kemal Atatürk diyor:

 "Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar memleketi olamaz."

Mustafa Balbay diyor:

Tandoğan’da tan doğdu, tan yeri ağardı...

Tandoğan’dan çıkarılacak çok ders var.

Tandoğan bir gerçeği yüz binlerce kişinin ağzından haykırdı:

Türkiye’de AKP sorunu yoktur, AKP’nin karşısına konacak hareket sorunu vardır.

Anadolu, Ankara’ya gelip haykırdı:

Gövde hazır!

İlhan Selçuk diyor:

Soru:

RTE kendi kendisini ya da saptadığı bir başka kişiyi Cumhurbaşkanlığına tek başına atasa bile o kişi Çankaya’da ne kadar oturabilir?..

Bu soru Türkiye’nin varoluş sorunudur.

***

Dilimizde bir deyiş var:

“-Biz bu yurdu sokakta bulmadık!..”

Nerede bulduk?..

Milli Kurtuluş Savaşı’nda!..

Bu vatanı parçalayıp bölmek isteyenler savaşı göze almalıdırlar...

Gerekirse bu yolda İkinci Milli Kurtuluş Savaşı da verilir...

Türkiye’yi içinden vurup çökerteceklerini, bölüp parçalayacaklarını, irticaya kurban edeceklerini sananlar takkelerini önlerine koyup düşünmelidirler...

Oral Çalışlar diyor:

Milletimizin hiçbir zaman bir partiye ve bir eğilime takılıp kaldığını görmedik. Halkımız, defalarca değişik siyasi eğilimleri iktidara taşıdı, beğenmeyince de indirmesini bildi. İktidarları halk belirlemeli ve değiştirmelidir. Bunun dışındaki yollar, bu ülkeye yarar getirmedi.

Ali Sirmen diyor:

İsmet İnönü, bir gazeteciyle yaptığı konuşmanın bir yerinde,

    -Adnan Menderes çok hata yapıyor, demiş.

    Gazeteci de dayanamayıp sormuş:

    -Peki Paşam, siz hiç hata yapmadınız mı?

    -Çook, diye yanıtlamış Paşa.

    Sonra da gülümseyerek devam etmiş:

    -Ama ben aynı hatayı iki kere hiç yapmadım.

                                            

İhan Selçuk diyor:

Batılılar bize diyorlar ki,

        -"Türklüğü aşağılayanları cezalandıran 301'inci maddeyi Türk Ceza Yasası'ndan kaldırın!.."

        Ama Doğu Perinçek ne kimseyi aşağılamış ne de kimseye "Gözünün üstünde kaşın var" demiş; yalnız Ermeni soykırımını doğru olmadığını söylemişti; cezayı yedi...

        Avrupa "Ermeni soykırımı yoktur" diyeni cezalandırırken Türklüğü aşağılayanların bağışlanmasını istiyor...

        Sanırım Batı dünyasının çivisi çıktı...

                                            

 

Nazım Hikmet diyor:

Ne ah edin dostlar, ne ağlayın!

Dünü bugüne

Bugünü yarına bağlayın!"

 

Dobromir Tonev diyor:

"Tek ölümdür son amacı gerçeğin,

 Yaşam ise hazırlık son amaca."

                                            

Rakel Dink diyor:

Yaşı kaç olursa olsun, 17 veya 27 olsun, katil kim olursa olsun bir zamanlar bebek olduğunu biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratmayı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.

                                           

 

Prof.Dr. Münir Büke Diyor:

Kemalizm ve Atatürkçülük, Türk ulusunun özgür irade ve tam bağımsızlığına dayalı, aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaşlaşmayı amaç edinmiş, toplumun refah ve mutluluğunu en üst düzeyde tutmaya yönelik; halk egemenliğine dayalı, demokratik, laik, çağdaş, cumhuriyet ilkelerinden ödün vermeden bir yönetim biçimini öngören dinamik yapısı ile bir düşün ve eylem bütünüdür. 

Frank McCourt Diyor:

Benim öğretmekte olduğumu sandılar.

Ben de öğretiyorum sandım.

Öğreniyordum.

Nazım Hikmet Diyor:

Her Türk gibi ben de her gram Türk toprağının Türklere ait olduğundan kuşku duymam. Vücudumdaki bütün kanı bu bir gram Türk toprağı için dökmeye hazırım...

 

Orhan Karaveli Diyor:

Vücudundaki bütün kanı bir gram Türk toprağı için dökmeye hazır olduğunu söyleyen Nazım'a iki metrekare Türk toprağını çok görmemeli...

 

Mustafa Kemal ATATÜRK demiş ki:

Efendiler, Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre uygun yapmak, yürümek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatlariyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.

Temel ilke, Türk ulusunun şerefli yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık önünde uşaklıktan öte bir gözle görülemez. Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, yoksunluğu, güçsüzlüğü, uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildir... Oysa Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir. Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm.

Dorothy Law Nolte Diyor:

Bir çocuk,

sürekli eleştirilmişse, kınamayı ve ayıplamayı;

kin ortamında büyümüşse, kavga etmeyi;

alay edilip aşağılanmışsa, sıkılıp utanmayı;

sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse, kendini suçlamayı;

hoşgörüyle yetiştirilmişse, sabırlı olmayı;

desteklenip yüreklendirilmişse, kendine güven duymayı;

övülmüş ve beğenilmişse, takdir etmeyi;

hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse, adil olmayı;

güven ortamı içinde yetişmişse, inançlı olmayı;

kabul ve onay görmüşse, kendini sevmeyi;

aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse, bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.

                                        Çeviri: Doğan Cüceloğlu

 

Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammet Mustafa (S.A.V) Diyor:

İman etmediğiniz sürece cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmediğiniz sürece de iman etmiş sayılmazsınız.

İlhan Selçuk Diyor:

MHP milliyetçiliği dün "Türk-İslam sentezi"nde dincilerle birleşerek Amerikan emperyalizmine yandaş sayıldığı için gericiydi; içerde ilericilerle çatışmayı sürdürüyordu...

Bugün durum ne?

Dinci devlete karşı çıktığı ölçüde ve emperyalizme direnişi oranında MHP'nin milliyetçiliği ilericiliğe hizmet edecektir.

 

Öztin Akgüç Diyor:

AB ile onur kırıcı bir müzakereye niçin rıza gösteriyor, bu zillete katlanıyoruz, bunu anlayabilmiş değilim. AB'nin yetkili organları, sözcüleri sürekli olarak Türkiye'yi eleştiri sınırlarını aşarak aşağılıyor, Türkiye'yi içlerine almadan dışlayarak yönlendirmeye çalışıyor, hatta yönetiyor, ödünler alıyor, ödünlere doymayarak her defasında yeni ödünler istiyor, yeni koşullar ileri sürüyor, Romanya ile Bulgaristan'dan sonra AB'nin genişleme sürecinin sona ereceği açıkça ifade ediliyor...

İsmail Hakkı Tonguç Demiş ki:

"Softaların en tehlikeli olduğu devirler, devlet işlerine karıştıkları, devleti idare edenleri baskı altında tutabildikleri yıllar olmuştur. O zamanlar yobazlar birer milli kahraman gibi ortaya çıkıp çalım satmaya başlarlar; sözde yayın organlarıyla etrafa zehir saçarlar; gerçek aydınları sindirirler. Bu yüzden gerilik şahlanır, devrimlerin başını yemeğe başlar. Gerçek aydınların böyle devirlerde sıkı durmaları, softadan daha cesur olmaları, yiğitçe davranmaları gerekir.

 

Mustafa Balbay Diyor:

En güzel anlatım, Kenya Devlet Başkanı Jamo Kenyatta'nındır:

"Beyazlar geldiğinde onların elinde İncil, bizimse topraklarımız vardı. Zamanla bize gözlerimizi kapatıp dua etmesini öğrettiler. Bir süre sonra gözlerimizi açtığımızda gördük ki; İncil bizim elimizdeydi, topraklarımızsa beyazların olmuştu."

 

Fatma Esin Diyor:

90'lı yaşlarını süren Muazzez İlmiye Çığ, yargılanacakmış. Bilimsel çalışmalarında ortaya koyduğu gerçekler nedeniyle!..

Tıpkı ortaçağ Avrupası'nda olduğu gibi!

Bilindiği gibi ortaçağda kilise, önemli bilimsel buluşlara imza atan bilim adamlarını yargılıyor, cezalandırıyor, hatta aforoz ediyordu. Çünkü ortaya koydukları bilimsel bulgular onların dini inançlarına uymuyordu. Böylece o inançlarla insanları sömürmeleri tehlikeye düşüyor, saltanatlarının zarara uğrama olasılığı doğuyordu. 

İlhan Selçuk Diyor:

Günümüzde ramazan geldi mi, yobaz ve softalar bu mübarek ayı bir baskı dönemine dönüştürmek istiyorlar...

Oysa Müslümanlığın güzelliği, hoşgörüyü yücelttiği zaman ortaya çıkar...

Ramazan geldi... Hoş geldi... 

Orhan Bursalı Diyor:

Üniversiteyi yönetmede tek bir kriter olmalı: Bilimsellik...

 

Alman Şair Brecht Diyor:

"Savaş istiyoruz"

En önce vuruldu

Bunu yazan

Cezmi Doğaner Diyor:

Sokrates "Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalı" demiş. Bizi değiştirecek yol zor olan yoldur. Zora talip olan, değişime kolaylıkla ulaşır. 

Emre Kongar Diyor:

Tuğrul Bey ve Alparsaln'la başlayan, Fatih Sultan Mehmet'le gelişen laikleşme süreci, Atatürk'le noktalandı ve Türklerin İslama evrensel katkısı olarak dünya tarihindeki yerini aldı.

Tarihleri anımsayalım: Tuğrul Bey adına hutbenin okunması 1055, Malazgirt 1071, İstanbul'un fethi 1453, Cumhuriyet'in ilanı 1923'tür. Yani Anadolu toprağında yaklaşık 1000 yıllık bir evrim süreci söz konusudur.

Türkiye'de laiklikten geri dönüş olanaksızdır. Bin yıllık bir gelişmeyi kim tersine çevirebilir ki?

Tarih boyunca, toplumları gidebileceklerinden daha geriye götürmeye çalışanlar hep var olmuştur. Ne yazık ki tarihin sayfaları, bu geçmişi özleyenlerin ve toplumları bu özlemleri doğrultusunda "zorlayanları" yarattığı kanlı sayfalar ve facialarla doludur.

 

Emre Kongar Diyor:

Şarlatanların yazdığı kitapların en çok satanlar listelerine girdiği, tarihsel gerçekleri ve toplumsal süreçleri kendi saplantıları doğrultusunda eğip bükenler ile cahil ve sahte politikacıların el ele verip bizi tarihten ve toplumsal gerçeklerden kopardığı bir dönem yaşıyoruz.

 İlhan Selçuk Diyor:

Tarikat ve cemaatlerin toplum modelini oluşturdukları hiçbir ülkede çağdaş demokrasi kurulamaz... Ne kadar seçim yapılırsa yapılsın nafiledir... Demokrasi insan, bireyi yurttaş rejimidir... "Kul" ya da "mümin" rejimi değildir...

İlhan Selçuk Diyor:

Türkiye'de koltuğa oturmak için Müslümanlık taslayanlar, kutsal İslama en büyük saygısızlığı sürdüren üçkağıtçılardır.

 

Mustafa Çetiner diyor:

 ...Ülkemizde yaşanan tıbbi terminoloji kargaşası önemli bir dil sorunudur.Bu kargaşa tıbbın evrensel dilinin Latince ağırlıklı olmasıyla çoğu kez ilgisizdir. Örneğin, "sağlık kontrolü" yerine "check up", "bebek" yerine "infant", "şişmanlık" yerine "obezite", "kalıtsal" yerine "herediter", "birincil" yerine "primer" sözcüklerini kullanmak genellikle yeğlenir.

Haddimi aşmak veya kendimi dışında tutmak istemem, ancak bu yabancı sözcük kullanma isteğinin bir tür "üstünlük duydusu" yaratma ile ilgili olabileceği kanısındayım. Daha da kötüsü, bu garip terminolojiyi kullananın giderek Türkçe'ye, Türk insanına ve Türkiye'ye  yabancılaştırılabileceğini düşünüyorum.

 

Ahmet Necdet Sezer diyor:

Türkiye Devleti, laik, demokratik bir Cumhuriyet'tir. Laikliği çeşitli biçimlerde yorumlayarak, içini boşaltıp demokrasiyi, dolayısıyla devlet rejimini yıkmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti, yöneltilen tehditler ve saldırılar karşısında kendisini koruyacak kurum ve kuruluşları ile dimdik ayaktadır ve sonsuza kadar da öyle kalacaktır. Bundan kimse kuşku duymamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, laik ve demokratik ilkelere bağlı kalarak, sağduyulu yaklaşımlarla, ülkeyi karanlığa sürüklemek isteyenlere hak ettikleri yanıtı verecektir.

Aydınlık Türkiye'yi kimse yolundan döndüremeyecektir. Cumhuriyet'in temel değerlerine ve anayasal ilkelere inanmayanların, aydınlanmayı ve çağdaşlaşmayı içine sindiremeyenlerin, ülkenin geleceğine ilişkin art niyet besleyenlerin, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ne ve kurumlarına yönelik saldırıları, ulusumuzu ve devletimizi yıldıramayacaktır.

Türkiye, Cumhuriyet'in değiştirilemez niteliklerinin, 83 yılda elde ettiği kazanımlarının ve temel kurumlarının korunması ve yaşatılması konusunda bir an bile duraksamayacaktır. Çağdaşlığın ve ilericiliğin savunucusu Türk gençliği, bu konudaki en büyük güvencemizdir.

 

Cüneyt Arcayürek diyor:

Danıştay'a silahlı saldırıyı lanetleyen gazetelerde dün yazılanlara, başlıklara bakınca Necati Cumalı'nın bir şiirinin ilk dizesi aklıma takıldı:

".....Günaydın tavuklar horozlar!"

 

Cumhuriyet diyor:

Şeriatçı bir gazetenin somut ve açıkça hedef gösterdiği Danıştay'a ve yüksek yargıçlara düzenlenen suikast, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm boyutlarıyla tehlike ve tehdit altında bulunduğunu hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak bir kesinlikle ortaya koymuştur.

 

La Fontaine diyor:

Kuvvetten kuvvetlidir: Zaman ve sabır.

 

İlhan Selçuk diyor:

Fes, Cumhuriyet devrimiyle birlikte kaldırılınca erkek tesettürü tarihe karıştı; kadın tesettürü de erkek egemenliğinin günümüzdeki dışavurumundan başka bir şey değil...

Zavallı kadınlarımız... 

 

İlhan Selçuk diyor:

Ilımlı İslam Devleti Modeli'ni yemeyen 'Devlet' ile ABD'ye dayanıp ülkeyi dini rejime bağlamak isteyen 'Hükümet' neredeyse birbirine düşman!..

Dincilerle laikler kıyasıya çatışıyorlar...

Halk şimdilik şaşkın.

Ama 'Hükümet' Irak'ta Amerika'nın istediğini yerine getiremediği gibi İran konusunda da getiremeyecek; çünkü bu işin altına yatarsa bir daha kalkamaz.

Peki, bu işin çıkışı ne?..

Amerika Türkiye'de iki kırmızı çizgiye saygı gösterecek:

Bir: Laik Cumhuriyet!..

İki: Bölünmezlik!..

PKK'yı elinde koz gibi tutan ve Ilımlı İslam Rejimini (o her neyse?) destekleyen bir Amerika'ya Ortadoğu'da Türkiye'den hayır yoktur!..

 

Üniversitelerarası Kurul Kararı ve açıklaması:

"Son zamanlarda ülkenin belirli bölgelerinde odaklanan ve büyük kentleri de hedef alan ayrılıkçı terör hareketi, Atatürk'ün Anadolu halkına aşıladığı birlik ve dayanışma ruhunu yok etmeyi hedeflemektedir."

"Türk üniversiteleri olarak bize düşen görev, sahip olduğumuz genç, aydınlık ve dinamik insan gücümüz ile 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesi doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni daima korumak ve ileriye taşımaktır. Bu kutsal görevimize sonsuza dek sahip çıkıyor, bu yoldaki kararlılığımızı kamuoyuna bir kez daha ilan ediyoruz."

 

Erol Manisalı diyor:

    2000'li yılların başında Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu büyük sorunların temelinde "Batı ile ilişkilerin anormalleşmesi" yatmaktadır:

    1. Meclis ve hükümetler, gerekli önlemleri alacak iradeye sahip değiller. Çünkü sorun sadece bazı kanunları değiştirip yetkileri arttırma sorunu olmaktan çıkmıştır.

    2. Sorun, ABD ve AB'nin Kürdistan projeleri ile ilgilidir. Dünyanın bu en kritik bölgesinde batı, Yugoslavya'da olduğu gibi sınırları değiştirip mutlak bir denetim sağlamak istiyor. Bunu "Kürdistan aracılığı ile" yapıyorlar.

    3. Kuzey Irak'taki kukla devlet, Iraklı Araplar ve Türkler, Suriye, İran ve Türkiye'ye karşı ABD ve İngiltere tarafından oluşturuldu. AB de bunu destekliyor.

 

Mustafa Kemal ATATÜRK demiş ki:

    Kürt yurttaşlarımız Türkiye'nin her yerinde tüm yurttaşlarımızla öylesine iç içe geçmiş, öylesine kaynaşmıştır ki bütünüyle Türkiye'yi mahvetmeden Özerk bir Kürdistan kurmaya olanak yoktur.

 

İlhan Selçuk diyor:

    Laik Türkiye Cumhuriyeti elden gitti gidiyor...

    Deniyor ki:

    -Dinci koalisyonun karşısında alternatif bir "Ulusal koalisyon" oluşturulamaz mı?

    Kolay değil...

    Dinci koalisyondaki şeyhler, hocaefendiler, politikayı ve stratejiyi laik kesimdekilerden çok daha iyi biliyorlar; amaçta birleşebiliyorlar.

    Laik kesimde ise burnunun ucunu göremeyen takımı ya da tayfası, en yakınındakilere saldırmayı bireysel doyum için bir marifet sayıyor...

 

Tosun Terzioğlu diyor:

        Çağımızda doğa bilimleriyle teknoloji arasındaki sınırlar sürekli biçimde yer değiştirmekte, farklı disiplinler arasındaki çizgiler ise giderek silikleşmekte. Oysa üniversite eğitimimiz hâlâ disiplinleri temel almakta. Gerçek dünyanın gerçek problemleriyse matematik, fizik, biyoloji, tarih, psikoloji gibi birbirlerinden çoğu üniversitemizde olduğu gibi kesin çizgilerle ayrılmazlar. 

        Üniversitelerde neyi, neden ve nasıl öğretmeye çalıştığımızı yeni baştan ele alıp irdelememizde çok büyük yarar var.

        Vermekte olduğu eğitimi sorgulamak üniversitenin sürekli bir uğraşı olmalı.

        Üniversiteyi hayatın belli bir döneminde devam edilip alınan eğitimin sonunda salt bir meslek kazanılır yer olarak algılamak, içinde yaşadığımız çağın gerçekleriyle artık bağdaşmaz hale geldi.

 

Turgut M. Gür diyor:

        Bölüm ve okul sınırlarının öğrenciler için saydam hale getirilmesi, onları öğrenimleri sırasında yeni fikir ve fırsatları değerlendirmeye özendiriyor. Ve bu süreç içinde öğrenciler çeşitli disiplinlerden bilgi edinerek, daha geniş bir bakış açısına ve anlayışa sahip oluyor.

 

Newsweek diyor:

"Bilimde yaşam boyu süren çabalar, çoğunlukla birkaç parlak anın içine sığar."

  Konfiçyus diyor:

"Düşünmeden öğrenmek yararsız, öğrenmeden düşünmek tehlikeli."

                                                                                     

Gürbüz Çapan Diyor:

        TV ve gazetelere bakıyorum. Güneydoğu yanıyor adeta! Kimileri üzülüyor, kimileri avucunu ovuşturuyor. Ne oluyoruz?

        Derin bir nefes alın geçmişten birazcık ders çıkarın. Diyalog geliştirin. Birbirimizi dinlemek yerine herkes kendi şikayetlerini bağırıp duruyor. Sağırlar diyaloğu yönetim ilkesi haline gelmiş.

        Suçlu arıyoruz. Sorun nedir, nasıl çözülür yerine suçlu aramak temel düstur haline geldi.

        ...Mühürlü Süleymanlara bağırıyorum; birazcık düşünün... 

        Doğrusu şöyledir: Açık, şeffaf, katılımcı yönetim. Temsili demokrası. İlaç budur. Kürsdü hakkı tanınmadan bu cayırtı bitmez.

        Bu kavganın bitmesini istiyorsanız seçim sistemini değiştirin.

        70 milyon insanımız var. 500 bin nüfus bir milletvekili çıkarsın. 140 etkin vekil, kıblesi lider değil halk. İlk turda yüzde 50 artı bir oyla mebus seçilsin. Seçilemeyen bölgelerde ilk ikiye kalan tekrar seçime gitsin. Kim seçilirse seçilsin. Adaletli seçimden kim çıkarsa razı olalım.

        Uyduruk gerekçeler var. "Ağalar, şeyhler seçilir" diye. 500 bin nüfuslu ağa, şeyh varsa o da seçilsin. Sanki şimdi 'ağa', 'şeyh' seçilmiyor mu?

        5 bin oyla seçilen bir yığın abuk sabuk adam yerine, gerçek temsili öneriyorum.

        Bürokratik parlamentarizm yerine sahici parlamento kuralım.

 

İlhan Selçuk Diyor:

        Kabadayı ile külhanbeyi.....

        Çoğu kişi ikisi arasındaki farkı yeterince değerlendiremez; oysa yattıkları yer ile içtikleri su bile ayrıdır...

        Kabadayı mahallede barınır...

        Külhanbeyi hamamda yatar kalkar...

        Birincisi edeplidir...

        İkincisi edepsiz...

        Osmanlı yaşamında ikisinin de yeri, raconu ve töresi vardı...

        Kabadayı ağırbaşlıydı...

        Mahalle sakinlerinin sorunlarını çözümlerdi; kadınları kızları korur, gençlerin kötü alışkanlıklarına karşı çıkardı; silah taşımazdı...

        Külhanbeyi zoru görünce çamura yatan...

        Zayıfı ezmeye kalkışan...

        Kabadayı geçinen...

        Ama kabadayı olamayan...

        Konuşması laubali...

        Densiz...

        Farfara...

        Gürültücü, patırtıcı, ama kalıbının kıyafetinin adamı olmayan kişiydi...

 

Ali Sirmen Diyor:

 Öz Diyarbakır firmasına ait otobüs, geçen pazar günü, 32 yolcusuyla birlikte Hatay'a gitmekteyken Şeytan Deresi mevkiinde yolun tıkanması dolayısıyla durur. Kısa sürede de, ardında onlarca araç birikir. Saat 01.00'dir. Biraz sonra, Ahmet Topdemir'in yönetimindeki otobüsün üstüne çığ düşer ve araç yoldan 20 metre öteye, dereye sürüklenir. Sonrasını Ahmet Topdemir'den dinleyelim:

"Önce birden büyük bir gürültü geldi. Sonra otobüsün camları patladı ve aracın üzerine gelen çığ bizleri sürükleyerek 20 metre öteye fırlattı. Muavin olan yeğenim, beni karın altından çıkardı. Kendime geldiğimde kafamın kırılmış olduğunu fark ettim. Yola tırmanarak bizi seyreden diğer araçların şöfor ve yolcularından yardım istedim. Birileri yardım etmek istedi, ancak bir kişinin 'bir çığ daha geliyor' demesiyle hepsi araçlarına bindi ve bizi seyretti. Otobüsten yaralı olarak kurtulanlar eksi 12 derecede donmamak için diğer araçlara binmek istedi, ancak araçtakiler engel oldu. O an insanlığımdan utandım. Yanıma bir yolcuyu daha alarak kanlar içinde konvoyun sonuna doğru gittik ve en sondaki araçtan, Bitlis'ten yardım getirmek için yardımcı olmalarını istedim. Ama konvoyun sonundaki iki araçta bulunanlar da yardım taleplerimizi reddederek araçlarının camlarını kapamayı tercih etti."

Dikkat buyurunuz! Olay, Türkiye'nin en yoksul, dayanışmaya en muhtaç bölgesinde meydana geliyor.

İnsanlar çaresizlik içinde soğuktan donarak ölürlerken onlarca kişi, oturdukları yerden bunu seyrediyor. 

Eskiden düşünülmesi bile olanaksız bir durum.

Demek ki, Türkiye hızla değişirken bütün geleneksel değerlerinden de uzaklaşmakta, yeni davranış biçimleri edinmektedir insanlarımız.

 

İlhan Selçuk Diyor:

İkinci Mahmut 1829'da fesi serpuş olarak benimseyince halkça 'Saçlı Şeyh' diye anılan bir şeriatçı hoca Galata Köprüsü üstünde padişahın atının dizginini yakalamış:

"-Gâvur Padişah" diye bağırmış "bu saygısızlığın hesabını Allah senden soracak!.. İslamlığı yıkıyorsun, peygamberin lanetini hepimizin üstüne çekiyorsun!.." (M.Kemal ve Uyanan Doğu-Paul Gentizon, Bilgi Yayınevi)

İkinci Mahmut yolundan dönmedi, kavuğu kaldırdı, fesi getirdi; bu yeni serpuşu giyenler de daha sonra Atatürk'ün şapka devrimine uyanlar da 'gâvur' olmadılar; Müslümanlık sürüyor...

Bir gün gelecek bugün başını örten hanımların türban öyküleri de İkinci Mahmut'un fes devrimi gibi anlatılacak...

İnsanlık halleri bunlar...

Garip..

Mizahi..

Gülünç..

Yaşarken olayın mizahını anlayabilmek ise elbette bir gelişmişlik göstergesidir.

Mustafa Balbay diyor:

         Türban olayının kesiti şu:

          Davalı: Türkiye Cumhuriyeti Devleti

          Davacı: Türban takmakta ısrar ettiği için okuldan atılan bir öğrenci.

          AKP hükümeti kimin kaybetmesini istiyor?

          Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin

          Başka yorum yok!

 

 Mustafa Balbay diyor:

        Hablemitoğlu'nun gözüne giren kurşun, toplumu kör etmeye yönelik...

        Unutmayalım; bir ulus; terörü, sinip evine ve içine kapanınca değil, tüm toplum olarak karşı çıkınca yenebilir.